İşeyen Çocuk

İşeyen Çocuk
İşeyen Çocuk

Çevresindekilere bakıp herkesi küçümsüyordu. Üstelik çoğu da kendi partilileriydi. Göz ucuyla camdaki görüntüsüne baktı. Adam dediğin böyle olurdu işte. Tam bir babayiğitti kendisi. Boy, bos, kelle kulak. En az iki adam ederdi o bedeniyle. Parti başkanlığına bir öneride bulunsam, boy ve kilo zorunluluğu koysalar üye olmak isteyenlere diye düşündü…

Ülkenin gurur kaynağıydı o. Başbakan, özellikle onu yapmıştı Turizm Bakanı. Onca aday arasında, boyunun bosunun hakkıyla, söke söke almıştı bakanlığı. Onun, yabancı dil bilmediğine bile aldırış etmemişti Başbakan. İyi de olmuştu. Onu gören turistler : “dOooh May Gat.. Niye böyle bir turizm bakanımız yok bizim ?” diye söylenir, üzülürlerdi. İmza vermekten bıkmış, kaşe yaptırmıştı imza isteyen turistlerin yüzünden…

Kendisi bu işlerle uğraşacak adam değildi ama, gel de anlat partililere. Neymiş efendim, işeyen çocuk heykelinin açılışı varmış?.. Bu yetmiyormuş gibi : “Buraya gelmişken Sayın Bakanım, bizim şu garaj helasının açılışını da yapıverin,” demişti Belediye Başkanı. Bir an önce bitse şu tören de komşu ilçedeki otelin havuzuna atsam kendimi diye geçiriyordu usundan. Gerçek neden, havuz da değildi. Otelde sevgilisi bekliyordu.

Bir türlü bitmiyordu Belediye Başkanı’nın açıklamaları. Kendisine bıraksa bir şeyler bulur söyler, yapardı açılışı. Neymiş efendim: İşeyen çocuk bir ulusal kahramanmış. Onun hakkı olan kahramanlık madalyası, hiç olmazsa yaşayan torunlarına verilmeliymiş devletçe. Belediye Başkanı’nın işeyen çocuk hakkında anlattıkları şöyleydi kısaca : Yunanlılar Ege’yi ele geçirip, sivil halka baskı yapmaya başladıklarında, Ethem Efe, sık sık baskınlar vererek Yunanlıları taciz etmekteymiş. Düşman, kendilerini bu denli uğraştıran Ethem Efe’yi ne yapıp edip yakalamak ve halkın gözlerinin önünde, onu cezalandırmak istiyormuş. Her zaman Ethem Efe Yunanlılara pusu kurarken, bu kez Yunanlılar kurnaz davranıp ona pusu kurmuşlardı. Adamlarından bir kısmını yitiren Efe, köyün yakınından geçerken atı vurulunca, o zaman köy olan bu ilçeye girip saklanmak istemiş. Bunu gören düşman askerleri, Efe’nin peşinden köye girmişler. Efe bir çukur bulup gizlenmiş. Yunanlıların çukura doğru geldiğini gören bir çocuk, onu görmesinler diye çükünü çıkarıp, çukura, Ethem Efe’nin üstüne işemeye başlamış. Burada, başka partiden Belediye Meclisi’ne girmiş bir adam Başkan’ın bu anlattıklarına karşı çıkınca aralarında şöyle bir tartışma geçti :

“Benim duyduğum, uzaktan akrabam olan Ethem Efe, çok sinirli bi adammış. Arkasında düşman askeri de olsa üstüne işetmezmiş.”

“Köyün imamı minaredeymiş.Gözleriyle görmüş olayı.”

“Niye Efe’nin değil de çocuğun heykelini dikiyoruz?”

“Efe, çocuğu kurtarsaydı onun heykelini dikerdik?”

“Herkesin karşısında doğruyu söyle Başkan.Çocuk, babanın amcası olduğu için diktiriyorsun o heykeli.”

Bakan burada araya girip tartışmayı kesti :

“İleride Efe’nin heykelini de dikersiniz.Ülkemizin kurtuluşuna katkısı olan kim varsa, hepsinin heykeli dikilmeye değer arkadaşlar.”

“Efe’nin fotoğrafı yok elimizde,”dedi Başkan.

Diğer adam buna çok öfkelendi.

“Efe’nin fotoğrafı değil, senin niyetin yok heykeli diktirmeye.”

“Bul getir Efe’nin fotoğrafını, diktirmezsem heykelini ne dersen de.”

“Daha önce de konuştuk bunları.Fotoğrafı olmadığını bildiğin için böyle konuşuyorsun. Kaç kez söyledim; yaşlıların anlattıklarına göre, tıpkı bana benziyormuş Efe. Hık demiş burnundan düşmüşüm Efe’nin.”

“Bi burundan düştüğün belli oluyor da, Efe’nin burnundan düşmediğin kesin.”

“Duydunuz Sayın Bakan, sizin yanınızda sümük dedi bana?”

Bakan, kendi partilerinden olan Başkan’ın söz oyununu sevmişti ama yine de yansız görünmesi gerekirdi. Hem, bu tartışma bir an önce bitmeliydi. Komşu ilçenin otelinde bekleyen metresini görmeyi o denli istiyordu ki. Bu tartışmayı kesmeleri için kesin konuştu :

“Bakın arkadaşlar, bu tartışmayı uzatırsanız, ben açılışı yapmadan gitmek zorundayım. Çok önemli bir görüşmem var. Devlet işi, biliyorsunuz şakaya gelmez.”

Bu sırada, dişleri dökülmüş, yaşı doksanın üstünde bir adam, elinde bastonuyla salona girdi. Göğsünde Gazi Madalyası taşıyordu. Gözleri iyi görmediği için, toplantının yapıldığı salona bakıp, aradığı kişinin hangisi olduğunu kestirmeye çalışıyordu. Onu ilk gören Başkan oldu. Karşıdan seslendi :

“Buyur Dede, kime bakmıştınız?”

“Bakan gelmiş dediler de?”

“Bakan benim Dede, buyur?”

Birinin yardımıyla Dede’yi Bakan’ın yanına getirdiler. Bakan ayağa kalkıp Dede’nin elini sıktı. Dede’yi yanına oturttu.

“Hoş geldin Dede. Nedir istediğin?”

“Gazi aylıklarını soracaktım Bakan Bey. Aldığımız paraylan geçinemiyorduk zaten. Her şey öyle pahalandı ki, şimdilerde hiç geçinemiyoz gari. Köyde, ilçeye Bakan gelmiş dediler. Ben de gidip derdimi anlatayım diye geldim.”

“İyi etmişsin Dede. Sizin aylıklarınız için verilen yasa önerisi yakında gelecek meclise. Hiç tasalanma, bundan sonra alacağınız aylıkla sıkıntı çekmeden geçineceksiniz.”

“Allah razı olsun Bakan Bey oğlum. İçimi serinlettin. Ne açılışı varmış burada ? Köyde bi şeyler söylediler ama, hiç aklım ermedi dediklerine.”

“İşeyen çocuk heykelinin açılışını yapacağım.”

“Niye doğru dürüs bi adamın heykelini dikmiyorsunuz da, işeyen çocuk heykeli dikiyorsunuz Bakan bey?”

“Bu çocuk Ethem Efe’yi kurtarmış Yunanlıların elinden.”

“Ethem Efe mi? O da kim?”

“Kurtuluş Savaşında düşmanla savaşan ünlü bir efe.”

“Buralarda Ethem Efe diye biri yoktu kurtuluş savaşında. Efelerin hepsini tanırım ben.”

Belediye Başkan’ı hemen atılıp, Gazi Dede’yi yanıtladı :

“Yaşlandığınız için hatırlamıyor olabilirsiniz? Ethem Efe çok ünlüdür.”

“Hangi Efe’yi sorsanız anlatırım size her bişeyini. Çoğuyla tanıştım onların. Yörük Ali Efe’ye kızanlık yaptım ben.”

İlçe de Muhalif Mehmet diye bilinen, her şeye karşı çıkmasıyla ünlü biri bu durumdan yararlanmak için hemen söze karıştı :

“Araştırıp sordum. Ben de böyle bi Efe’yi bilen biriyle karşılaşmadım. Başkana daha önce de söylemiştim.”

Şaşkın şaşkın bakmakta olan bir başkası :

“Efe yoksa, heykeli dikilecek çocuk da yok öyleyse?”

“Saçmalamayın arkadaşlar. Olmayan şeyi uyduracak değiliz ya?”

Başkan’ın çok bozulduğu Bakan’ın gözünden kaçmamıştı. Bu konuyla ilgili bir heykeli Avrupa’da gördüğünü anımsadı Bakan. Başkan bu işeyen çocuk masalını uydurmuştu anlaşılan. Başkan’ın bu yalanından karşıt partinin adamı yararlanıp, o da Ethem Efe benim akrabam demiş, başkan da buna karşı çıkamamıştı. Diğer partinin adamı da Gazi Dede geleliden beri diken üstünde oturuyordu. Bu durumda Bakan, ne haliniz varsa görün deyip, komşu ilçenin otellerinin birinde kendisini bekleyen metresine bir an önce kavuşabilirdi. Ancak, kendi partisinden olan Belediye Başkan’ı aşağılanır, ilçe halkınca bu yalanından sonra, kendisinden hesap sorabilirdi. Bunları kısa süre içinde düşünen Bakan, duruma el koyma gereğini duyarak söze başladı:

“Başkan, sen ilkin Gazi Dede’nin altına bir araba verip köyüne gönder bakalım. Yollarda sıkıntı çekmesin.”

Belediye Başkanı’nın bir işaretiyle, adamlardan biri Dede’nin koluna girerek onu dışarıya çıkardı. Bakan bu arada düşündü. Karşıt partinin adamına biraz yem atarsa Başkan da kurtulabilirdi :

“Arkadaşlar, bildiğiniz gibi buraları benim seçim bölgem. Ben de bir çok kez dedemden bu Ethem Efe adını işittiğimi anımsıyorum. Karşıt partinin adamını göstererek sürdürdü konuşmasını. Arkadaşımız da akrabası olduğunu söylüyor bildiğiniz gibi. Koskoca Meclis üyesi arkadaşımızın sözlerine inanmamak olur mu arkadaşlar ? Muhalifi, iktidarlısı hep bir ağızdan bağırdılar :

“Olmaz.”

“Öyleyse,geç olmadan şu töreni bitirip, beni de şu önemli işime yetiştirin sevgili hemşehrilerim.”

Heykelin dikildiği yerde ilçe halkı birikmiş, açılışı yapacak Turizm Bakan’ını bekliyordu. Bakanı görmek için çoktandır buradaydılar. İçlerinde çişi gelip sıkışanlar vardı. Ha geldi, ha gelecek diye oyalamışlardı onları zabıta memurları. Biraz dinleyip gideriz diye bekliyordu çoğu…

Bakan göründüğünde güçlü bir alkış koptu. Ne de olsa ilçeye bir yatırım bekliyorlardı, hemşehrileri Bakan’dan. Ayrıca,böyle bakan bugüne kadar görülmemişti. Boyuna bosuna bakan bir kaç kişi aralarında mırıldandılar :

“Bu adama ne elbise olur ne de ayakkabı ?”

“He valla, hölü bi bakan gelmemiştir dünyaya.”

“Buna turiz mi dayanır, turiz garısı mı be”?.”Yakından, höölü, bi görelim gari.”

Bakan konuşmaya başladığında, bi görüp gideriz gari diyenlerin hiç biri bırakıp gidememişlerdi.Yüz elli kiloluk kalıp,bir doksan boyundaki bu adam ne büyük bir yetenekmiş oysa. Analar böyle çocuk da mı doğururmuş? Ne tarih bilgisi bu? Kurtuluş Savaşı’nı, efeleri, bu bölgenin, Kurtuluş Savaşı’nda neler çektiğini bu denli güzel nasıl bilebilirdi insan ?.. Böyle dokunaklı bir biçimde nasıl anlatabilirdi ?

“Burada,” diyordu. “İşte, tam burda dikiliyordu o kahraman çocuk. Allah’ın verdiği şeyi kullanıp buradan işiyordu Ethem Efe’nin üstüne… Ensesinde “Şıırr” diye bir ses duyan Ethem Efe, başını göğe doğru çevirdiğinde, hafif tuzlu ve ılık bir şey döküldü ağzına. Efe, bunun, Allah’ın kendisine bir lûtfu olduğunu anlamıştı. Kurtulacaktı. Evet, kurtulup yeniden memleketi ve milleti uğruna yeni başlar alacak, düşmanın yüreğine korku salacaktı…”

Topluluk azalacağına çoğalıyordu. Karşıtı, yandaşı toplanmış, gözleri yaşararak onu dinliyorlardı. İşin en ilginç yanı, ilçeyi gezmeye gelmiş turistler onu dinliyorlar ve dilinden anlamamalarına karşın, onlar da hüngür hüngür ağlıyorlardı… O gelmeden sıkışıp, biraz dinleyip gideriz diyenler, yavaş yavaş altlarına kaçırdıkları halde bırakıp gidemiyorlardı. Bakan, Efe’nin kahramanlıklarını anlatırken, onun akrabasıyım diyen karşıt partili bir yandan ağlayıp, diğer yandan koluyla burnunu siliyordu… Ya Başkan ? Babasının amcası olan o kahraman çocuk Ebuziddin’e, bu bir tek heykelle borçlarını ödeyemeyeceklerini düşünüyordu…

Açılışta, ilçenin tüm çocukları orada toplanmış, bir zamanlar kendileri gibi çocuk olan bu kahramanın yaptıklarını dinliyorlardı. Yunan askerleri, çocuğun işediği bu yerde, nasıl olsa Efe yoktur diye, oraya bakmadan gitmişlerdi… Başkan’ın geri zekalı oğlu Zeki, bunları duydukça, kendisine kızıyor, niye ben değil de o çocuk diye düşünüyordu. Eline böyle bir fırsat geçse, onun da heykelini diktirir miydi acaba babası ?.. “Niye diktirmesin,” diye söylendi kendi kendine. Öyleyse bir fırsat geçirip eline o da işemeliydi bu çukura ?..

“Böyle çocuk bi daha gelmez bu dünyaya,” diyordu Bakan. Konuşmanın da sonlarına gelmişti. Bir an önce bitirip, garaj helasını da açıp gitmeliydi metresinin yanına. Bi yandan konuşup bi yandan da bunları düşünen Bakan, arkasından yavaş yavaş yaklaşan, Başkan’ın geri zekalı oğlunun farkında değildi. Bakan’ın tam arkasına gelen Zeki, durup bekledi. Konuşmasını bitiren Bakan, “Hayırlı olsun,” deyip heykelin üstündeki örtüyü çekip aldı. Eli çükünde bir çocuk heykeli çıktı ortaya. Belediye çavuşlarından biri, biraz ilerideki vanayı çarçabuk açınca çocuk Ethem Efe’nin yattığı çukura işemeye başladı.Çılgınca bir alkış kopmuştu heykelin örtüsü açılınca. Çocuk işemeye başladığında alkışlar daha da yükseldi. İnsanların kendilerinden geçercesine alkışlamaları Bakan’ı da duygulandırmıştı.

Alkışlar tam kesilecekken, yeniden yükseldi. Bakan, akıl erdiremediği bu alkışın nedenini düşünüyordu. Durumu ilk gören Belediye Başkan’ı oldu. Zeki, tıpkı Kahraman çocuk gibi tutmuş, Bakan’ın bacaklarının arasından havuza işemekteydi. Dur mur derken, herkes Zeki’nin ne yaptığını görmüş oldu. Bu arada Bakan’ın pantolonunu çıkarmadan çiş yaptığını sanan ve onu çılgınca alkışlayan topluluk da işi anlayınca alkışı kesmişti. Babası, dur yapma, etme demişse de Zeki işini sürdürmüştü. Bakan işin farkına varıp, dönüp arkasındaki Zeki’ye tokadı çakıncaya dek, üstü başı ıslanmış, hatta birazcık da ağzına çiş kaçmasına engel olamamıştı. Zeki, Bakan’dan yediği tokadın etkisiyle Ethem Efe’nin saklandığı çukura düşmüştü.

Bakan, Zeki’nin Belediye Başakanı’nın oğlu olduğunu, zekasının da kıt olduğunu öğrendiğinde üzüldü. Öyle bir çocuğun babası olduğu için Başkan da, Bakan’ın karşısında epeyce bozuldu. Belediye binasına geçen Bakan, valizinde bulunan yedek elbisesini giydi. İyi ki yedek takımı almışım diye sevindi…

Helanın açılışı daha görkemli olacağa benziyordu. Bakan’ın birinci konuşmasını dinleyen halk, ilçeyi dolaşıp onun ne büyük bir adam olduğunu kısa sürede çevreye yaymıştı. Övgüyü duyanlar koşup geldiler. Topluluk bir kaç kat daha artmıştı.

Belediye Başkan’ı, turistlerin törenlere ilgisini görünce, bu kez önlem alıp, İngilizce, Fransızca ve Almanca bilen birer çevirmen görevlendirmişti. Bakan boğazını temizleyip konuşmaya başladı. Bakan konuştukça helanın önündekiler coşuyordu. Halka helanın tarih içindeki yerini anlatıyordu Bakan. Ne önemli bir esermiş bu hela denilen şey; tarihimiz hela yaptıran padişahlarla doluymuş meğer… Bakan, şimdi de helanın ülke kalkınmasına yararlarını anlatıyordu. Soluk almadan dinliyordu halk. Çevirmenler, konuşmayı çevirdikçe, Turistler, “Veri gut”, “Tre biyen”, “Şön şön” diye bağırıyor, Bakan’a çiçek atıyorlardı…

Konuşmanın sonları yaklaştıkça Bakan iyice coştu. Şimdi de sık sık çiş yapmanın, sağlıklı yurttaş olmanın baş koşulu olduğunu anlatıyordu. Öyle ballandıra ballandıra anlatıyordu ki, etki altında kalan dinleyiciler yavaş yavaş kıvranmaya başlamışlardı. Bir kaç açıkgöz atik davranıp yeni açılacak helaların, gayri resmi açılışını yapıp rahatladılar. Diğerleri Bakan’a ayıp olur korkusuyla tutmaya çalışıyorlardı. Dayanamayıp helaya koşanlar ise, sırasızlıktan donlarına koyuvermek zorunda kalıyorlardı. Bakan :

“Adam olacak çocuk çişinden belli olur” diye boşuna dememiş atalarımız,” diye haykırıyordu. Arkasından :

“Bana çişini göster, senin nasıl adam olduğunu söyleyeyim,”dedi… İyice kaptırmıştı kendisini. Ortalık, göz yaşları ve sidik kokularıyla dolmuştu. Ne oluyordu böyle kendisine ? Şaşırdı. Bugüne değin kendi konuşmasının etkisinde hiç kalmamıştı Bakan. Dinleyenler coştukça o da coşmuş, sonunda olan olmuştu. Pantolonunun önü ıslanmış, yağlı kuzu etinden sonra içtiği tüm sular, çağlayanlar gibi akıyordu önünden. Durumun farkına varan Belediye başkanı sırtından ceketini çıkartıp Bakan’ın önüne sardı. Bakan aldırış etmiyor, konuşmasını sürdürüyordu.

“Biz halk adamıyız,” diyordu. “Halkımız ne yer ne içerse onu yer onu içeriz ve de halkımız ne yaparsa biz de onu yaparız…”

Bu sözleri duyan turistlerden büyük bir alkış tufanı koptu. Kendi dillerinden şöyle diyorlardı :

“Bizde yok canım. Böylesi yok bizde. Bize de böyle bir bakan ihsan eyle May Gat…”

Tören bitip Belediye’ye geldiklerinde, üstünü değiştirmesi için Bakan’ın valizini getirdiler.Valizde yalnızca Zeki’nin işediği elbiseler vardı. Başka yedek olmadığını gören Başkan, pazar olmasına karşın ilçedeki dükkanları açtırabileceğini söyledi. Bakan :

“Boşuna.Benim bedenime göre hazır giysi bulunmaz”dedi.

Ancak diktirebiliriz. O da olanaksız. Hemen gitmem gerekiyor. Başkan :

“Battal beden olmaz mı sayın Bakan’ım?”diye sordu. Bakan :

“Ben Battal Gazi beden giyerim”dedi.

Bakan, pantolonunu çıkarmış, gazinoların birinden alınmış iki masa örtüsünün birbirine eklenmesini bekliyordu. Masa örtüleri dikilip Bakan’ın beline sarıldı. Ekose kumaşlardan etek diktirmiş gibi oldu. Bu haliyle İskoçlu Turizm Bakanı’na benziyordu… Kalkıp aşağıya indiler. Herkesin elini sıkıp, “Hoşça kalın” diyen Bakan, kendisini bekleyen sürprizden habersiz, gülücüğü eksik etmiyordu yüzünden. Zeki, babasından yediği dayağı ilçelerine gelen o koca adamın yüzünden sayıyordu. Kendisi, koskoca Belediye Başkanı’nın oğluydu. O herif dövemezdi onu. Kimseye görünmeden, elinde çükü, Bakan’ı bekliyordu sütunun arkasında. Bu işi yapması için kendisini dolduran arkadaşları, ona üç sürahi su içirtmişlerdi. Suyun etkisiyle durumu hiç de iyi değildi Zeki’nin. Ha işedi ha işeyecekti. Elindekini, boynundan sıkıp suların akmasını zor önlüyordu. Çok sıkmaktan canı yanıyordu.

“Hah,” dedi Zeki. Bakan kendisine yaklaşmış, önünde de kimse olmadığından, durum tam Zeki’nin istediği gibiydi. Fırladı yerinden. Bakan’a doğru koşarken elindekini de özgür bıraktı. İtfaiye hortumunu aratmayacak kadar su fışkırtıyordu Zeki… Neye uğradığını anlayamayan Bakan, çareyi arkasını dönmekte bulmuştu. Önünden sonra şimdi de arkası ıslanıyordu. Zeki’yi durdurmak isteyenler, suyun baskısından dağıldılar. Babası arkasından sarılıp onu durdurmak istedi ama boşuna. Zeki atik davranıp geriye dönünce Başkan da suyun tazyikinden sırt üstü yuvarlanmıştı… Her şeyin bir sonu olduğu gibi, bunun da sonu vardı doğal olarak. Zeki’nin önündeki terkos musluğu gibi tıslamaya başlayınca, oradakiler onu yakalayıp cezasının biraz sonra babasınca infaz edilmesi için belediye binasına soktular…

Bakan arabaya binerken sidik kokan İskoç eteğini anı olarak saklaması için Belediye Başkanı’na verdi. Başkan eteği öpüp başına koyacaktı; ağzına kadar götürdü, öpemeden geri çekti…

Bakan İlçe halkına ve Turistlere el sallayarak gidiyordu. Altında slip don, üstünde ıslak lacivert ceket ve koyu renk boyun bağıyla. Bu haliyle altı kaval üstü Şişhane gibiydi…

Uyarı: Sitede yer alan yazı, haber, görsel ve diğer tüm içerik kurgudur.

Hasan Öztürk hakkında 1 makale
1942 Yılında Gemlik Narlı Köyü'nde doğdu. Yazarlığa 12 Eylül'de askeri tutukevinde başladı. Askeri yönetimin baskılarına karşın içeride yedi oyun yazıp sahneledi, dışarıya çıktığında da yazmayı sürdürdü. Yazdığı oyunların sayısı otuzu geçti. Devlet Tiyatrolarında, birçok profesyonel ve amatör tiyatrolarda oyunları oynandı. 1996 yılında Koridor ve 1997 yılında Hücre adlı uzun metrajlı film senaryoları Yunus Nadi ödülü kazandı. İzmir'in Selçuk ilçesinde kurucusu olduğu Belediye Efes Tiyatrosu'nda kendi yazdığı otuzun üzerinde oyunun yönetmenliğini yaparak üç yüzün üzerinde amatör oyuncuyu sahneye çıkardı. 2012 yılında yitirdiğimiz yazarımızın, arşivindeki öyküleri, Çalakalem ve kaparoz dergileri yayınlamayı sürdürüyor.