
Eskiden ‘yalaka’ deyince, ağzına eğriltip sırıtarak konuşan, dilenciyle besleme arasında vasat tipler gelirdi insanın aklına. Bunlar katiyen öyle değil. Bunların gelmişleri, geçmişleri, özgeçmişleri, takım elbiseleri, elleri, yüzleri hep parlak. İçlerinden gelen engel olunamaz, tuhaf bir dürtüleri var. Bir eğilme, domalma, altına yatma, emziklenme halleri var ki sözcüklerle tarifi mümkün değil. İçlerinde bir iktidar sensörü var gibi yanlarına bir bakan, başbakan, cumhurbaşkanı yaklaştı mı hemen fark edip cilve yapmaya başlıyorlar ama bizim bildiğimiz cilve gibi değil. Sert bir şey söyler gibi yaparken ansızın çiçek atıyor ya da başka bir olayı anlatır gibi dururken aniden güzellemeye geçiyorlar. Şaşırtıcı bir çeviklikle sergiliyorlar en güzel mücevherlerini.
Gizli bir seksapelleri var bunların, iktidarı cezbeden. Dekolte gibi, sadece sahiplerinin ulaşabileceği büyük lokmanın küçük bir kısmını sergiliyorlar bizlere. Bir olta gibiler ama oltanın yemi de kendileri, iğnesi de. Avlayacakları kişinin etrafında en güzel sözler, en renkli tüylerle değil sade bir gecelik ya da düşük belli bir kispetle dolanıyorlar. Kesinlikle ucuza kaçmıyorlar, bunların ceketlerinin cebine soktukları mendil bile senin gardırobundan pahalıdır.
Bu yalakaların en sevdiğim yanıysa gamsız olmaları. Yani rezillikleri ortaya çıkınca paniğe falan kapılmıyorlar, yüzlerinde aynı sahte tebessüm, yanaklarında aynı kızarıklık, saçlarında aynı jöle kaldıkları yerden konuşmaya devam ediyorlar. En azından dışarı verdikleri izlenim bu:
“Ben adamımı seçerim,
bir sonbahar rüzgârı gibi,
yalar geçerim…”
Hesap vermiyor, utanmıyor, öylesine bağlı ki mesleğine, en dibe battığı anda bile aklına yalnızca O geliyor “Acaba bu haberi görüp de yüzü gölgelenmiş midir?”, “Bana kızıp celallenmiş midir?” Elbette sahibinin kızması dünyanın sonu değil. Yalakalar, iktidarla yaşadıkları bu tür kızgınlık nöbetlerini hoyrat bir sevişmeye çevirecek kadar mesleki bilgiye sahipler. Şimdi peşlerinde yüzlerce avcı var gibi görünse de, onlar kime av olacaklarını biliyor, şu halde bile kendilerini avlayacak kişiyi göz ucuyla takip ediyorlar. Yakayı ele verdiği anda bile yalnızca avcısını düşlüyor: “Peşimde mi hâlâ?” Biliyor ki şöyle bir zamanda onu teselli edebilecek tek şey iktidar sahibinin yüzündeki ufacık bir gülüş, küçük bir teselli ya da ansızın çalan bir telefon. “Takma kafana, biz dostuz” diyecek bir ses. İşte bunlar yetecek, sahibinin teselli sözcükleri süsleyecek teslimiyetini.
Peki ya sonra?
Yıllar sonra çocukları, babalarından “aşağılık bir adam” diye söz edildiğini duyup belki de üzülecekler. Ama o üzülmeyecek. Boynundaki zinciri dostlarına kolye diye gösterip bununla bile böbürlenecek.
Yorumlar
İlk yorum yapan olun