Nefret Dili ve Terör

Neyzen Tevfik bir dörtlüğünde şöyle der:
“Sen köpeğe kuduz de de geçiver,
Nasıl olsa bir öldüren bulunur.”

İşte bizim memlekette dinci-milliyetçi terörün çalışma sistemi aynen budur. Şimdi uzmanların sıkça yaptığı gibi ben de terör eylemini hazırlıktan, saldırı sonrasına kadar beş ana evreye ayırarak işe başlamak istiyorum:

  1. Hedefe yerleştirilen kişi veya kurumlar hakkında politikacılardan devlet adamlarına, cuma hutbelerinden gazetelere kadar her yerden uyarı ve eleştiriler yapılır. Gülen yüzlerle yapılsa bile çakalca bir gülüştür bu. Yüze takılan sahte maskeler ile ana tema veya başlık olarak ‘Din Elden Gidiyor’, ‘Başörtüsüne Hakaret’, ‘Vatana İhanet’, ‘Teröristlere Destek’, ‘Dış Güçlerin Maşası’, ‘Bayrağımız Ayaklar Altında, ‘Namusumuz Beş Paralık Oldu’ gibi halkı galeyana getirecek sözler kullanılır. Nefret aşısı zerk edilmiş, kin tohumları toprağa ekilmiş, can suyu verilmiştir.
  2. Trol hesaplar, partili gençler, mafya liderleri ve takipçileri bu uyarılar sonrasında hedefteki kişi veya kurumları tehdit edip küfretmeye başlar. Arkasında iktidarın gücünü hisseden bu kişiler hedefteki kişiye karşı ana avrat düz giderken gazeteler de yangına körükle gitmeyi sürdürür. Maaşlı trol hesapların yüklenmesiyle tehdit ve hakaret mesajları gündemin ana maddesi olur ve tüm ülkeye bu nefret aşılanır.
  3. OECD ülkeleri arasında eğitim konusunda sondan dördüncü olan ülkemizde ekilen nefret aşıları çok kolay tutar. Dini sohbetlerde, televizyonda, radyoda, cuma hutbelerinde bozgunculara fırsat verilmemesi gerektiği öğretilen eğitimsiz gençlerin kalbi nefretle dolar ve durumdan vazife çıkararak tek başlarına ya da örgütsel şekilde saldırı planları yapmaya başlarlar.
  4. Güvenlik güçleri İçişleri Bakanlığının talimatları doğrultusunda hedef gösterilen kişi veya kurumlara gerekli korumayı sağlamaz. Yalandan iki polis getirilir ve güvenlik sağlanmaya çalışılıyormuş gibi yapılır. Saldırganlar polis gözetiminde vurur, kırar, yakar, öldürür.
  5. Saldırının ana faili olan birinci maddedeki hedef göstericiler, partiler, gazeteler yalandan bir taziye yayınlayıp kendi sözleriyle saldırı arasında bir bağ kurulmasının art niyetli bir yaklaşım olduğunu, teröre karşı olduklarını ancak saldırıya uğrayanların da daha dikkatli olmaları gerektiğini ekleyip gerçekleri söylemeye devam edeceklerini belirtirler.

Sivas katliamı bunun kötü anlamda başarıya ulaşmış çok açık bir örneğidir. Gazeteler ve politikacılar Aziz Nesin’i günlerce hedef göstermiş, cuma namazından çıkan öfkeli kalabalık da polis gözetimi ve ‘Allahu Ekber’ nidaları eşliğinde gencecik insanları yakarak öldürmüştür. Katliamın ardından bu nefret söylemini yayarak olaylara neden olanlar hemen geri plana çekilmiş ancak arka plandan saldırganların savunmalarını üstlenerek terörizme destek vermeye devam etmişlerdir.

Hrant Dink cinayetinin ana nedeni Ogün Samast’ın davranışları değil ona aşılanan Ermeni nefretidir. Milliyetçiler tarafından Ermeni nefretinin yayılmasına, Hrant Dink’in hedef gösterilmesine, tetikçinin bulunmasına ve cinayet sorasında kahraman ilan edilen Ogün Samast’ın güvenlik güçleriyle çektirdiği hatıra fotoğraflarına baktığınızda terörün evrelerini net olarak görebilirsiniz. Bugün Trabzon’da Ogün Samast bir kahraman olarak görülüyor. Trabzonspor taraftarlarının Beyoğluna gelip “Taksim’de İbne İstemiyoruz” diye slogan atmaları da benzer şekilde topluma aşılanan eşcinsel nefretinin eğitimsiz topluluklar üzerindeki etkisini gösteren bir örnek. Bu nefret aşısı, her nedense mafyacılıkla delikanlılık arasında gezdiğini düşünürken, milliyetçi terörün tetikçiliğine kadar düşen Karadenizli gençlerin üzerinde çok daha fazla etkili oluyor.

Dinci milliyetçi terörün başarıya ulaşamayan bir örneği ise ‘Kabataş Yalanı’ olarak bilinen nefret söylemi. Hatırlarsanız iktidar ve yandaş basın tarafından, muhalif grupların eylemcileri sanki dine hakaret ediyormuş gibi bir yalan yayılarak, halkın eylemcileri katletmesi için gerekli hazırlıklar yapılmış ancak bir şekilde bu plan tutmamıştı.

Bugün Barbaros Şansal’a uygulanan şiddetin de hem hazırlık hem uygulama olarak aynı tezgâhın içinden çıktığı kolayca görülebilir.

Bu saldırıların sonunda bütün medya tetiği çeken kişiyi haber yapar, oysa o sadece bir piyondur. Asıl suçlu otobüste mini etekli hemşireye tekme atan saldırgan değil yıllardır dini sohbet, parti mitingi ya da gazete sütunlarında mini eteklilere düşmanlık tohumu ekenlerdir. Gerçek suçlu namaz kılmadığı, oruç tutmadığı gerekçesiyle insanlara saldıran kişiler değil ‘Namaz kılmayan hayvandır’ diyen ve onu televizyona çıkartan siyasi iradedir. Reina’da katliamın gerçek suçlusu yıllardır yılbaşı kutlamaları için nefret saçan sözlerle gündeme gelen dindarlar, gazeteciler, politikacılardır. Suçlular öğrenci evlerini basanlar değil, kızlı erkekli evleri hedef haline getirenlerdir. Kaç çocuk yapılacağından, yılbaşında ne yenileceğine kadar insanların yaşamlarını kontrol altına almak isteyen zihniyettir suçlu olan. Sen içki içenleri hedef gösterirsen elbette birisi de çıkıp içkili mekanlara saldırır.

Politikacılar ve devlet adamlarının iki dili var: Genellikle saldırı öncesinde nefret, sonrasındaysa sükûnet telkin ediyorlar. Saldırı sonrasında bir yandan bu saldırıları kınarken diğer yandan gazetelerinde nefret diliyle sağa sola küfreden kişileri özel uçaklarına alıp eğitimden adalete kadar her kritik göreve bu tetikçi küfürbazları getirmeye devam ediyorlar. Bir yandan “Şiddet tasvip edilemez” derken, diğer yandan saldırganın sırtını sıvazlıyorlar. İşin garibi bu nefret dili öylesine olağanlaşmış ki, bir başbakan hakaret sözcüğü kullanıyormuş gibi “Affedersiniz Ermeni” diyor, başka bir bakan “Bunların yaptığını Yunanlı yapmadı” diyor. Öyle anlaşılıyor ki kendi aralarında konuşurken bu nefret dilini çok yaygın biçimde kullanıyorlar. Dışişleri Bakanı bile, hem de yabancı basınla konuşurken sözcüklerinin nefret söylemine dönüşmesine engel olamıyor.

Bu nefret dili, eğitimsiz dindar kitlenin içine öylesine işlemiş ki Konya’da milli maç sırasında bir tribün dolusu insan IŞİD saldırısında ölenler için saygı duruşunda bulunulmasını protesto ederek IŞİD’e açıkça destek verebiliyor. Ülkenin simgesi olan bir devlet adamının heykeli kaldırılıyor diye bayram yapabiliyorlar. Bu nefret öylesine sınır tanımıyor ki en acımasız saldırıdan sonra bile teröre kaşı çıkmak yerine “Ama içkili yerler de bu kadar göze batmasın” diyerek halen bu saldırıdan nemalanmaya çalışabiliyorlar. Amaçları ortakmış gibi, ölen insanlar zerre umurlarında değilmiş gibi. Öyle ya Müslümanlar değil içki içen gavurlar, dinsiz kafirler öldü. İçki içilen bir yere destek ziyareti yapıp, teröre karşı birlik mesajı veremiyorlar. İçlerindeki büyük nefret engel oluyor buna. Ermenilere, Hıristiyanlara, Alevilere, eşcinsellere, açık giyinen kadınlara karşı dinmeyen bir nefret taşıyorlar. Parklarda, otobüslerde denk getirdikleri her yerde döverek, yakarak, öldürerek gösteriyorlar bu nefretlerini.

Şimdi bu nefret dilinden bir örneği, özür dileyerek vermek istiyorum sizlere. Hayattayken başbakan ve cumhurbaşkanının uçaklarının vazgeçilmez eşlikçisi olan gazeteci Hasan Karakaya’nın 2003 yılında Vakit’te yazdığı bir yazıdan en uygunsuz bölümleri aldım:

“Dikkat edin; “Orospu’nun çocuğu” değil, “orospu çocuğu” diyorum. Çünkü; “ana”sının kabahati yok. Bilseydi, büyüyünce böyle bir “Mahlukat” olacağını hiç doğurur muydu onu?.. Evet; O, kafası orospulaşmış bir fahişe!.. O, bir orospu çocuğu!.. O, mümkün değil ki, anasının rahminde büyümüş bir “Cenin” olamaz!.. Olsa olsa; ‘9 ay 10 gün çektiği kabızlık”tan sonra makatından defettiği bir “bok”tur!.. Düşünüyorum da; bir “insan”dan, mümkün değil, böyle bir “yaratık” çıkamaz!.. Bir kadın, böyle bir “enik” doğuramaz! Aklım, havsalam almıyor. Hiçbir ana-baba, böylesine bir “pislik”, böylesine bir “mikrop” üretemez!.. Hele hele; 9 ay boyunca taşıyamaz bünyesinde!..
O halde, nereden çıktı bu mahluk?.. “İnsan” desen, insana benzemiyor!..
……
Ben de diyorum ki; hayır; böyle bir “şey”e “insanca” cevap vermek mümkün değil… Ona neyin yetip-yetmeyeceğini ben de çok çok iyi biliyorum ama, değmez!.. Çünkü; yazdığı kalem bile “küçük” gelir ona!.. O ki; oturduğu “Cola Şişesi”nden bile zevk alan bir “homoseksüel”dir!.. Dolayısıyla; “kalem”ler, “şişe”ler değil, “budaklı odun” lazım, bu alçak homoseksüele!.. Ya da çok iyi bildiği “çarpışan mızrak”lardan ikisi!.. Bu “necaset” var ya; program yaptığı “kanalizasyon”dan aradım kendisini: “O şimdi burada yok, denize doğru akıyor o bok!” dediler!.. Ağzından “kusmuk” kaleminden “irin” dökülen bu it, asla “yazar” olamaz. Büyük bir ihtimalle ya “boynuzlu” bir pezevenk, ya da en yakınlarını pazarlayan bir “deyyus”tur!..”

Terörün kaynağı işte bu nefret dilidir. Madımak’ta, Reina’da, Suruç’ta insanları öldüren gerçek silah budur. Bu nefreti besleyenler her eylem sonrasında bir ikilem içine düşerler. Otobüste mini etekli hemşireye saldıran kişiyi içten içe desteklerler ama bunu açıklayamazlar. Tutuklasalar kendi düşüncelerine ayıp olur serbest bıraksalar dünyaya rezil olurlar. İki arada bir derede kalır ve saldırganı bir tutuklar, bir serbest bırakırlar. Bu kararsızlık içinde yalama olur adalet sistemi.

Yeni Akit, Takvim, Milli Gazete gibi sağcı yayın organları yıllardır bu nefret dilini kullanıyorlar. Sadece onlar mı? Hürriyet’te Ahmet Kaya için şerefsiz başlığını uygun gören Ertuğrul Özkök, Ahmet Türk’e yumruk atan kişiye övgüler düzen Yılmaz Özdil, Hrant Dink’in yazılarını anlamayıp, onu hedefe yerleştiren Emin Çölaşan da bu nefret dilini sıklıkla kullanır. Nefret dili çok satar, çok prim yapar ama insanın içindeki insanlığı da toplumun içindeki dayanışmayı da bitirir. Bir ülkeyi parçalamanın, toplumu bölmenin en kolay yöntemi nefret dilinin yaygınlaşmasına izin vermektir.

Nefret insanları öylesine insanlıktan uzaklaştırır ki Uludere’de ölen çocuklar için değil de ölen katırlar için anma yazısı yazacak kadar faşizan ve sevgisiz hale getirir. Düşman olduğu için bir ölünün çıplak olarak arabanın arkasına bağlanıp sokaklarda gezdirilmesine bile ses çıkarmaz olur insanlar. Düşmanına yapılan işkenceden zevk alacak kadar katılaşır yürekler. Türk olmayanlar, eşcinseller, kadınlar her zaman hedeftedir.

1990’larda laik kesim yürüyüşlerde “Türkiye İran olmayacak” diye slogan atardı. Bugünse aynı kesim İran’da insanların yılbaşını rahatça kutlayabildiğini kimsenin birbirine karışmadığını anlatıyor. Yani demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan İran’a bile özlem duyar hale geldik. Zamanında başörtülü kadınların sıklıkla karşılaştığı bu nefret dili iktidarın el değiştirmesiyle hem yön hem de kapsam değiştirdi. İçki içen, açık giyinen, kız erkek birlikte eğlenen herkes artık bu nefret dilinin kurbanı olmaya başladı. Bugün halkın en az yarısının sahip olduğu değerler nefret dilinin hedefine oturtulmuş durumda. Her gün milyonlarca insanımız, maaşlı troller aracılığıyla hakarete uğrayıp tehdit ediliyor. “Kanlarıyla duş alacağız” diyerek akademisyenleri ölümle tehdit eden mafya babası serbestken, mafyanın tehdit ettiği akademisyenler cezaevinde. Güvenlik güçleri artık insanca bir yaşamdan geçmiş, yakılmadan, parçalanmadan insan gibi ölebilmek için dua eder hale gelmişler.

Durumumuz bu, devlet destekli dinci milliyetçi nefreti toplumumuzu çürüttü. Peki ders aldık mı? Nerede, terörün en acı yüzünü gösterdiği günün ardından, din adamı kisvesindeki bir yobazın satranç oynayanlara bile nefret kusabildiği bir ülke olduk artık. Şu zamanda bile kime nasıl nefret kusulacak, kim nasıl aşağılanacak, kimler dışlanacak, halen bunun peşindeyiz. Dinci milliyetçi fanatikler insanların nasıl giyineceğine ne yiyip ne içeceğine, hangi evde kiminle yaşayacağına, ne seyredip ne okuyacağına, kaç çocuk yapıp ne zaman evleneceğine bile karışır haldeler ama bunlar bile yeterli gelmiyor. İstiyorlar ki sadece kendileri nefes al deyince nefes alınıp, ver deyince verilebilsin.

Karşı görüşteki edebiyatçıların bile terörist ilan edilip hakarete uğradığı, muhalif görüştekilerin dayak atılıp tutuklandığı bir ülke olduk. Saldırganlarsa kahraman olarak görülüyor.

Peki aydınlar ne yapıyor? Aziz Nesin “Türk halkının % 60’ı aptaldır” demişti ancak o sözün devamında bir şey daha söylemişti ki asıl önemli olan bence orası: “Türk halkının tamamı da korkaktır”. Gerçekten de aydın denecek kişiler hiçbir konuda birlik olup karşı çıkma yürekliliğini gösteremiyorlar. Bugün hiç ilgisi olmayan kişilere terörist damgası vurulup gazeteciler, muhalif partiler, akademisyenler hedef gösterilirken sessiz kalıyorlar. İnönü “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur” demiş ancak en başta kendi partisinin bugünkü lideri olmak üzere kimse korkudan ağzını açamıyor.

Dün barış isteyen akademisyenlere ya da halkın oylarıyla seçilen HDP vekillerine destek olmaya korktuğumuz gibi bugün de Barbaros Şanşal’a destek vermeye korkuyoruz ama ne demiş atalarımız: Korkunun ecele faydası yok. Er ya da geç, hepimiz bu nefret dilinin hedefi olacak, korktuğumuz sürece aşağılanmaya, dövülmeye ve tutuklanmaya devam edeceğiz.

Uyarı: Sitede yer alan yazı, haber, görsel ve diğer tüm içerik kurgudur.

Burak Kaya hakkında
Müzisyen, yazar.

Yorumlar

1 Comment

  1. Abi Harika yazmışsın. Gerçekten içimizdekileri sen dile getirdin. Gerçekten herkes korkar olmuş. HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş; gün gelecek hitler benzeri diktaya ile karşılaşınca ah edip vah edip ağlamayın. O gün bugündür işte.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.




Loading Facebook Comments ...