Kahrolası Liberaller

“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diyen abiler son dönemde yaşananları şaşkınlıkla izliyor. Adam Smith’in Askerleri olarak bilinen bu pembe fularlı abiler, bugüne kadar kervanın yolda düzüleceğini, serbest piyasa koşullarında her işin bir şekilde dengeye geleceğini savunuyorlardı. Devletler art arda koruyucu önlemler almaya başlayınca önce bir afalladılar. Gümrükler, kapılar, sınırlar kapatılıp vergiler de halka dağıtılmaya başlanınca iyicene şaşırdılar.

Benim bir arkadaşım var, adını sorsan ‘Liberal Falanca’ diyecek, o kadar önemli bir şey sayıyor liberal olmayı. Her işi tek reçeteyle çözecek bir kafa yapısı var kendisinin. Devlet müdahale etmezse serbest piyasada en iyi çözüm bulunur düşüncesinde. Otobüste biri buna arkadan yaslasa “Bırakınız s.ksinler” diyecek kadar serbest piyasaya güveniyor. Korona hikâyesi çıkınca bu hemen ortaya atıldı. Teorisine göre Çin’de çıkıp hızla yayılan virüs Amerika’ya geldiğinde ortadan kaybolacaktı. Virüsün ilacı baskı rejimleri değil daha fazla özgürlüktü. Bunları söyledikten yaklaşık iki ay sonra daha denetimci olan ülkelerin başarılı olup, her şeyi oluruna bırakanların nakavt olduğu görüldü. Ama filmlerden bilirsiniz, bu kahrolası liberallerin sırtı bir türlü yere gelmez. Hacıyatmaz gibi dikeliverirler. Bu da hâlâ çok uluslu bir firmanın aşı bulup oyunu değiştireceğinden söz ediyor. Küba’nın veya Çin’in geliştireceği aşıyı kullanmayacağını söylüyor. Çünkü aşılar ancak özgürlük ortamında geliştirilebilirmiş, devlet kontrolünde olmazmış. Beni de payladı, tehlikenin farkında olmadığım için. Geçen gün sordum “Dışarı çıkıyor musun?” diye. Biraz halsiz olduğunu söyledi. “Virüs korkusundan hepimiz karantinadayız, rahat olsana” dedim. “Yok benimkinin onunla ilgisi yok, ben devlet dedi diye evde duracak adam değilim” falan dedi ama öğrendiğim kadarıyla dış kapının tokmağına bile günde üç kere kolonyayla pansuman yapıyormuş.

Şimdi bunların sesi kısıldı diye çok da fazla sevinmemek lazım, bugünler geçsin hemen ortaya çıkar özel eğitimi, özel sağlığı savunmaya başlarlar. Devletin vergi almamasından girer, küçük devlet modelinden çıkarlar. ‘Ufak ama çok bitirim’ falan sözlerine hiç kulak asmayın. Bu tür sözler bazı kişiler aşağılık kompleksini atlatabilsin diye psikologlar tarafından söyleniyor. Bu devirde azıcık cüsseli olacaksın ki insanlar itibar etsin.

Lütfen kabul edelim, koronavirüs ile devletin neye yaradığı ya da yaramadığı ortaya çıktı. Bazı devletler ekonomik güçlerini ve otoritelerini kullanarak halkına güven verdi. Bugün ülkemizde çoğu kişinin gavur diyerek andığı milyonlarca insan sırtlarını böyle bir güce yasladıkları için evlerinde huzur içindeler. Onların mutlu olmasını sağlayan şey devletlerinin gücü.

Peki Türkiye?

Türkiye, ne yazık ki dua, sela ve Kanal İstanbul arasında bir çıkış noktası arıyor. Çünkü paramız yok, testimiz yok, bilim insanımız yok. O yok, bu yok, peki ne var lan bizde? Elimizde çok sayıda imamla müteahhit var. Onlarla da ancak köprü yapılıp dua edilebiliyor. Ülkenin imkânları bu kadar. Türkiye, dünyayı saran bir virüsten çok devleti saran kleptokrasi anlayışının cezasını çekiyor. Devlet vatandaşa evde niye durmadığını soruyor, vatandaşsa devlete evde ne yiyip ne içeceğini, faturalarını nasıl ödeyeceğini. Başka devletler gibi “Sen evinde otur, ben senin harcamalarını karşılayacağım” diyemiyor. Çünkü devletin zor zamanlar için sakladığı ihtiyat akçeleri bile cebellez edildi. Çünkü hazinedeki az buçuk para bile hâlâ Kanal İstanbul gibi dandik projeler üzerinden yandaşların cebine aktarılmaya çalışılıyor.

Türkiye, vatanaşlarının faturalarını ödeyen, kiralarını karşılayan, işsizlik maaşını hazır eden devletlere imrenerek bakıyor. Hem güçlü hem de demokratik devletlerin ne işe yaradığını üzülerek, kıskanarak, hayıflanarak izliyor.

Demek neymiş, devletin zeki, çevik ve ahlaklısı lazımmış. Üzülecek bir durumumuz yok, bu anlayışa göre bizim üç eksiğimiz bulunuyor. Duamızı edelim de bunlar da tamamlansın.

Uyarı: Sitede yer alan yazı, haber, görsel ve diğer tüm içerik kurgudur.

Burak Kaya hakkında 153 makale
Müzisyen, yazar.